29 Nisan 2011

Arabasına piknik tüpü bağlayan adam...

Malumunuz bir kaç gün önce bütün gazetelerde okuduk bu haberi. Adamın biri otomobiline piknik tüpü bağlıyor, ee tabii doğal olarak araba hareket etmeye başlayınca tüp patlıyor. Son anda yetişen bir kaç kisi sayesinde adamı yanmaktan kurtarıyorlar vs vs...

Lakin o da bir şey mi demek istiyorum. Çok değil hani bir kaç zaman oncesine kadar bir odunu adam etmeye çalıştım ben! Evet! Bir kadın olarak yaptım bunu. Zaten bir kadın olarak hangimiz hayatımızın büyük bir bölümünü Gepetto olarak yasamiyoruz ki? Sürekli bir koşturma, sürekli birilerini adam etme cabası, yok cocuk doğur, yok onu emzir, yok evi topla, yemek yap, kocana güzel gözük, aman gözü dışarı kaymasın diye didin dur! Vah benim anam vah...
İlişkilerimizi The Notebook tadında yasasak ne güzel olurdu yahu. Tamam orada ki adamda da vardı biraz odunluk amma gel gor ki askı için yıllarca savaştı. Sonra ne oldu? Hoop mutlu son! Bir kadının da istediği bu değil mıdır zaten? Birazcık savaş... Tabiki bizim erkeklerimiz bu olayı abartip iliskiyi hergün kavga, hergün bı çeşit testere gerilimi boyutunda yaşıyor. Ne yapıyorsun! Neredesin! Telini niye açmıyorsun! Sıciyorum be adam! Sanane!
Tamam canım inkar etmiyorum hepimiz bu ilgiden hoşlanıyoruz. Lakin bana sorarsanız beni deliğimden çıkaracak tek şey tatlı dildir. Nefes almama bile imkan vermeye bilir bir adam, lakin soru sormasını öğrenecek önce. Önce aynı dili konuşacağız ki, bokunu çıkarmadan yaşayabilelim askı.

Aşk?
Off! Konu buraya gelmesin diye saatlerdir kiviriyorum üstelik. Üstelik uzun zamandır kendimden kaçıyorum. İmkanı olamayan bir sevdayı sahiplenen herkes gibi...
Eğer ki güçlü gözüküyorsanız, eğer ki ayaklarınızın yere sağlam bastığını görüyorsa bir adam ve hele ki arkanıza bakmadan gidebileceginizi anladıysa hadi gecmis olsun! O aşktan bir bok olmaz. Lakin adam sana gelmez. Gelmez yani kural bu. Aptalı oynayacaksin, oynayacaksin ki adam önce saf sanacak seni usul usul yaklaşacak, iplerin kendi elinde olduğunu düşünüp hoop kendini sana bırakacak. Zafer senin akıllı kadın! Çıkar tadını.
Ee tabii iş bana gelince öyle olmuyor. Allah sabırdan yoksun yaratmış beni. Dan dun yaratmış. Dilimin kemiği olmadan yaratmış. İçindekilerini tutamayan biri olarak yaratmış. Alicengiz oyunlarına kafası basmayan biri olarak yaratmış.
Ahh be Allah'ım bu kadar EQ vereceğine, azıcık ta IQ vereydin yaa!

Neyse vesselam zorda olsa, kolayda olsa bir odundan kendinize kocaman bir orman yaratamayacagınızı öğrenmiş bulunmaktayım...

Saygılar, sevgiler ve daha bissürü...

Kadın doğar; bütün aşklar ölür...

Her kadın sevişir...
Kimi aşkla, kimi açlıkla...
Ama mutlaka sevişir.
Her kadın doğar...
Kimi doğarken ölür, kimi ölürken yaşar.

Ama mutlaka ölür. Ölümü tadar amaçsız, anlamsız bir adamın kolların da. Daha da ölür. Ölümü sever kadın. Ölüm de onu. Hatta erkekten daha fazla sever. Bu yüzden kadın hep ölür. Ölürken de yaşar. Yeni bir kimlik yaratma çabasına girer. Yine ölür. Yine doğar. Ama mutlaka doğar. Arınır önce teninin kokusundan. Sıcak bir duş alır. Kadınlar soğuk duş sevmez!

Sonra adım atar döndüğü kaldırımlara. Yanlışlar yapar. Sonra nefreti tadar. O adamdan nefret eder. Hatta bütün adamlardan! Sonra yine sevişir. Bu sefer açlıkla...


Açıkta kalır kadın..
Kolu açıkta kalır üşür.
Yüreği açıkta kalır üşür.
Başı açıkta kalır üşür.

Üşür kadın ölürken, ölürken; tüm ölümlülerden fazla üşür!

Bir sigara yakar kadın. Bütün adamları yakar. Bütün anıları. Bir şişe şarap açar kadın. Bütün erkeklerden daha iyi içer. Daha iyi sarhoş olur. Daha iyi sarhoş numarası yapar.

Anlar kadın yazılanları. Elinin tersiyle iter sigara paketini. Bütün adamları iter!
Bu kez sevişmez kadın.
Bu kez anlamaz.
Bu kez anlamaya çalışmaz bütün olanları, adamları, kadınları.

Bu kez kadın doğar; bütün aşklar ölür...

28 Nisan 2011

Malumunuz Seviyoruz...

Seviyoruz kardesim! Hemde öyle bir seviyoruz ki, bir kadeh votkadan sonra asık bile oluyoruz. Vallaha bak! Sonrası malum arkadasım hoop gümm yatak odası. Çat pat sevişmeler. Pat küt ayrılıklar. Ne bekliyorsun ki? Ertesi gün aranmayı mı? Sabah uyandığında uyuyacak bir gece daha mı olmasını? Haa olur. Olmamı hatta! İyisindir, guzelsindir, one night standssindir senden iyisi yoktur. Ammaa safsındir, hatta o kadar safsındır ki hiç görmediğin bir adamı yahut bir kadını deli gibi düşünüyorsundur. Aptalsındır! Kolaysındır! Senin gibiler çoktur!
Siktirip gidebilirsin şimdi...
Bir sese aşık olmak, bir fotoğrafta kimsenin göremediğini görüp hayaller kurmak senin neyine? Verrr gitsinn!
Ortalık ruhunu kaybetmiş insan lesleriyle dolu. 
Neyse vesselam malumunuz seviyoruz. Parayı seviyoruz, gücü seviyoruz, Ferrari'yi, porsu hele ooooo! Aa pardon Porsche miydi o? Yada beni mı kandırıyor yazım kılavuzum? Ama tabii en lesine bile sorsan mühim olan kalp guzelligidir. Öyledir öyle. Kalbi temiz olsun yeterrr! Evi olmasın, arabası olmasın çalışır yaparız zaten. Hoppalaa! Şimdi de olay tek gecelik iliskiden evliliğe gecti. Geçmez mı ayipsin? Çünkü onlar MASUMDUR, sensindir şeytan olan! Çünkü sen ne yaptın! Hayal kurdun aptal! Ellerinin titreyip, yanaklarının kizardigini kimseler görmesin diye yokmuscasina davrandın. Çünkü ne yaptın? Aptalsin ve aptallik yaptın. Cek bakalım cezasını!

Öyle iste dostum...
Bazen herseyin geçeceğini bile bile sanki hiç geçmeyecekmiş gibi yasiyoruz ya. Bazen kalbimize inanıp yanlış yerlerde doğru sevgileri aramaya calisiyoruz ya. Hani öyle aptal, hani öyle çaresiz oluyoruz ya, geçecek dostum!
Geçecek...

27 Nisan 2011

Masumiyet...

Hiç bir zaman o masum kızlardan olamadım ben. Tatlı dilli, güler yüzlü, sevimli...
Hangi katagoriye girdiğimi de hiç bir zaman sorgulamadım. 
Deli? Zırdeli?
Ne isem o olmaya çalıştım bunca zaman. Bağırmak istediğimde bağırdım, ağlamak istediğimde ağladım, gülmek istediğimde delice... Hiç bir zaman olanı, biteni sorgulamadım. Bu yüzden isyanda etmedim. Tek düzede yaşamadım hiç bir zaman. Hiç bir zaman ikili de!
Ne isem; oydum...

Bir tek içimdekileri dökemedim kimselerin yüzüne. Sevdim! Çok sevdim! Delice, özgürce, çocukça. Ağlaya, ağlaya sevdim çoğu zaman. Kanaya, kanaya avuçlarım!
Belli etmedim...
Gaddardım çoğu zaman, çoğu zaman vurdumduymaz. Çekip gittim hep bir kalemde! Bir kalemde sildim olanı, biteni, yaşanılanı, aşkı, sevgiyi!
Banamısın demedim...
Ağladım çoğu zaman, çoğu zaman öldüm bile
Ölümü gördüm, gömdüm kendi içime...

...
Annem hep derdi ki 'Çok konuşan insandan korkma kızım!'. Ahh be anneciğim ben çok konuştum da ne oldu diyesim geliyor...

...

Şimdi dün olmaya yüz tutmuş acılarımla kimselere belli etmeden, belli etmeden olanı biteni, yaşamaya çalışırken sanırım yosun tutuyor çakıl taşlarım. Öyle kabukta bağlamıyor yaralarım, kanamıyorda. Aramıyor da artık masumiyeti. 
Şimdilerde masumiyet; dünyanın çivisi çıkmış hali...



26 Nisan 2011

Bebelere Balon...

Ne zaman bahar gelse çocukluğumun meyve bahçelerine gider ruhum. Özene bezene bakardı dedem. Tek bir dalı kırmadan, incitmeden üzüm asmalarını, dökmeden yerlere sardunyaları elleriyle toplardı. Özene bezene yeni bir dünya kurardı ufacık bahçesinde...
Ben top koştururdum. Hiç unutmam kırmızı bir salıncağım vardı, iki agaç arasına asılmış.
Şimdiler de iki ağaç arasına asılmış bir de ruhum...
Ne çok ağlamıştım, ne çok istemiştim atılmamasını. Ne çok istemiştim çocukluğumdan bir şeylerin kalmasını.
Sonra kış oldu, budandı ağaçlar, gitti dedem...

Yalnız kalmanın ne demek olduğunu ilk o zaman anlamıştım. Yeşil çarşaflara sarılmış dağ gibi bir çınar, benimse daha 7 yaşında titrek bedenim. Sonra annemi gördüm bir hastanenin bilmem kaçıncı ölüm basamağında. Sıkıca sarıldı,
Belki bir daha, hiç bir zaman öyle sarılmayacaktı...

O sarıldı, dedem çarşaflara sarıldı, sarıldı bütün dünya bir anda, ben sarıldım...

Kapanıp dizlerimin üstüne, sanki büyümüşte küçülmüşsesine bütün dünya; bütün bir dünyaya sarıldım! 

Sevmeyi o zaman öğrendim işte. Sorgusuz, sualsiz sevmeyi, hiç bir karşılık beklemeden sevebilmeyi... 
Ne çok şeyi sevdim ben...
Ne çok insan, ne çok arkadaş, ne çok şey
Ne çok şeyi kaybettim
Ne çok arkadaş, ne çok insan, ne çok şey...
Ne çok şey alıp götürdü zaman.

En zoruda insanın içindekilerini dökebilmesiymiş kağıda. Olduğu gibi anlatmak acılarını. Oysa ne zormuş ağlamak, ne zormuş bir daha öylesi, ölesiye ağlamak!
Şimdi de ağlıyorum...

Tek bir damla yaş aktı gözümden. Süzüldü yavaşça göz çukurumdan yanaklarıma. Kimse sarılmadı. Kimse sarsılmadı. 
Ama ben ağladım...
Gücüm yettiğince, yettiğince gözyaşım aksın bitsin istedim!
Bitsin istedim bu sonu olmayan yalanlar!
Bitsin!
Bitsin ki; her şeyin ama her şeyin bir sonu olduğunu yeniden hatırlayalım...

...

Keşke yeniden dolaşsa bedenim çocukluğumun bahçesinde, keşke yeniden bir balona sevinse ruhum. Çıkıp çatının en sivri ucuna çözsem iplerini. Onlar süzüldükçe gözyüzüne açsam kollarımı, bir daha hiç kapatmasam!
Bir daha, sanki bir daha olmayacakmış gibi koşsam sana...
Düğümlenmese bacaklarım, kırmasan ya kollarımı, tutsan elimden.
Tutsan bir yanını kırdığın yüreğimden...
...

Şimdi gecenin nefret hali
Şimdi saatlerin ecel ihlali
Ben bilmezdim ki,
Bilmezdim böyle seni...

26.o4.2o11
o3:4o





25 Nisan 2011

Kağıt Kesiği...


'Sen bu sabah yeni bir güne uyanırken;
Çok değil hani, daha düne kadar seni seviyor olacaktım...' 

Ve akacaktın dur daha içime, içime!
Saklayacaktın saçlarımı göğsünde
Kaybolacaktın bir ben, bir sen olup!

Çok değil be adam, çok değil!
Daha düne kadar aklımı kemiren, iliklerime işleyen sesin elbet bir gün buluşacaktı nefesimle
Kalmayacaktı tek düze satırlar da bu ikilem
Düz bir yokuş olup ağır, ağır çıkacaktık seninle
Çok değil!
Çok değil be adam!
Daha düne kadar sevecektim ben seni
Ben olamayı unutup, alabildiğince sana, sen olacaktım
Çok değil, çok!
Daha düne kadar herşeyi silip bir kalemde, aramayıp yazacak satır haykıracaktım bile

'Şimdi sen miladını tamamlayan bir takvim misali, satır satır düştün gözümden yerlere...'

Tenine teri karışan toprak misali
Dünü unutmayı isteyen gün misali
Çok değil hani saniyeler, satırlar, günler misali
Vazgeçtim aşktan...

Şimdi herşey bir kağıt kesiği
İnce, ince işlenen umut misali
Dönüş var mıdır düne? der misali
Vazgeçtim aşktan...


24 Nisan 2011

Birini Sevebilme İhtimali...

Ne zaman dolsam ta şurama kadar, içimden çıkmaz o lanet olası kelimeler! Düğüm olur, ölüm olur, yapışır yakama ecel olur da şuradan, tam şuradan çıkmaz işte. Sonsuz, soyutsuz, somutsuz binlerce kelime...
Akla mantığa sığmayan, sığmayan yere ğöğe, bildiğin, bilmediğin bir düzine.
Sevgi, aşk, küfür, nefret, açlık, tokluk, yokluk!
Yok'luğun...
Var olma olasılığı sıfır bir sevdanın en kıyı köşesine yanaşırken ben, yavaşça öğreniyorum yokluğu. Öyle bildiğin gibi de değil hani. Aç kalmadım, açıkta kalmadım, ayaza durmadı yüzüm, öyle alev alevde yanmadım! Ama susadım...
Sana susadım
Aşka susadım 
Aşık olabilme, birini sevebilme ihtimaline susadım...

Çok denedim senden sonra. Tanıdığım, tanımadığım binlerce suretle karşılaştım. Kimi düz yokuş, kimi ağır bir enkaz. Kimi sana çok yabancı...
Kimi...
Kiminin seninle, benimle yakından uzaktan alakası yok Sevgili'm!
Ama yoruldum...
Hiç koşmadım da üstelik, üstelik kalmadım da kan revan içinde, kanamadı da öyle dizlerim acıya acıya; kanaya kanaya ağlamadım da
Ağlamadım Sevgili'm, hiç ağlamadım senden sonra...
Hani bir ağlasam!
Hani bir ağlayabilsem kapanıp annemin dizlerine, okşasa şaçlarımı 'susma, ağla' diye, hani bir ağlasam sana, bana, bize, hani bir ağlasam Sevgili'm, ahh bir ağlayabilsem yitirdiklerimize...

Şimdi aylardan Nisan...
Şimdi aylardan yitirilen bir bahar...
Şimdi aylardan yokluk, şimdi aylardan sen Sevgili'm;

Beni bensiz, beni evsiz, beni sevgisiz bıraktığın ayların selamı var sana...