Ne zaman dolsam ta şurama kadar, içimden çıkmaz o lanet olası kelimeler! Düğüm olur, ölüm olur, yapışır yakama ecel olur da şuradan, tam şuradan çıkmaz işte. Sonsuz, soyutsuz, somutsuz binlerce kelime...
Akla mantığa sığmayan, sığmayan yere ğöğe, bildiğin, bilmediğin bir düzine.
Sevgi, aşk, küfür, nefret, açlık, tokluk, yokluk!
Yok'luğun...
Var olma olasılığı sıfır bir sevdanın en kıyı köşesine yanaşırken ben, yavaşça öğreniyorum yokluğu. Öyle bildiğin gibi de değil hani. Aç kalmadım, açıkta kalmadım, ayaza durmadı yüzüm, öyle alev alevde yanmadım! Ama susadım...
Sana susadım
Aşka susadım
Aşık olabilme, birini sevebilme ihtimaline susadım...
Çok denedim senden sonra. Tanıdığım, tanımadığım binlerce suretle karşılaştım. Kimi düz yokuş, kimi ağır bir enkaz. Kimi sana çok yabancı...Kimi...
Kiminin seninle, benimle yakından uzaktan alakası yok Sevgili'm!
Ama yoruldum...
Hiç koşmadım da üstelik, üstelik kalmadım da kan revan içinde, kanamadı da öyle dizlerim acıya acıya; kanaya kanaya ağlamadım da
Ağlamadım Sevgili'm, hiç ağlamadım senden sonra...
Hani bir ağlasam!
Hani bir ağlayabilsem kapanıp annemin dizlerine, okşasa şaçlarımı 'susma, ağla' diye, hani bir ağlasam sana, bana, bize, hani bir ağlasam Sevgili'm, ahh bir ağlayabilsem yitirdiklerimize...
Şimdi aylardan Nisan...
Şimdi aylardan yitirilen bir bahar...
Şimdi aylardan yokluk, şimdi aylardan sen Sevgili'm;
Beni bensiz, beni evsiz, beni sevgisiz bıraktığın ayların selamı var sana...
0 yorum:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.