10 Ocak 2012

De-Ne-A...

"İnanmaya ihtiyacım var, bir din yahut tanrıya değil. Bu sefer bir insana inanmaya ihtiyacım var. Bir şeyler istemek için dua etmeyeceğim söz, istediklerim olmadığında isyan da etmeyeceğim. Gerçekliğini görmek için dokunmak bile istemeyeceğim. Sadece inanmak istiyorum, kendime bile inanmaktan vazgeçmişken..."

Sabahlara inanmak istiyorum artık. bir saat başı uyandığım da güneşin varolduğunu görmeye ihtiyacım var. Uzun zamandır içime işleyen karanlıktan öylesine ürperdim ki; hani bir ışık görsem sorgusuz sualsiz dalacağım içine... Saatlerce orada kalacağım. Tenimi yakacak biliyorum ateş;ben ateşe kafa tutacağım... Uzanıp sere serpe sizi izleyeceğim bayım karşı kıyıdan... Ellerini yüzünüzü hayal edeceğim... Kokunuz içime kadar işleyecek ta oralardan ; ben oraların kadını asla olmayacağım! Sadece bakacağım öyle uzaktan... Nazım Hikmet'in bir şiiri çalacak arkadan, tanımadığım sesler arz-ı endam edecek... Sonra kumlarımdan arınıp denize dalacağım... Dalgalar yutacak bütün hayallerimi ben yine Siz' siz kalacağım...

Anatomisi bozuk hücrelerin "de-ne-a" testlerine açacağım yüreğimi... Eminim ki yokluğunuz kadar acıtmayacak bu hastalık. Sadece bir neşterin ucuna bağlı kalacak hayatım bir kaç saniye... Aklımı yüreğimden ayıracaklar. Ben yine tohumuna tükürdüğümün insanı olacağım! Yani atacağım bu aşkı içimden, başı boş sevdaların kadını olacağım... 
Yo! Hayır Bayım... Ben size hiç ümit vermedim ki, yine sizin olmayacağım... Şarkılar söyleceğim gözlerinizin içine bakarak, karşı kıyınızdan geçeceğim. En sevdiğiniz kadın olup kandıracağım sizi Bayım. Sonra nefretinize sebep olacağım... Affedin... Yalnızlığın vurdumduymaz anılarına gebeyken aşka dair tatlı sözler kuramayacağım... İki ters bir düz öremeyeceğim kader ağınızı, onu siz yapacaksınız... Bana çıkan yollarınızı lütfen yok edin bayım! Benim yollarım sizin yürüdüğünüz asfalt kaldırımlara benzemez..
Çakıl taşlarını bilir misiniz?
İşte öyle benim adını karışladığım sokaklar! Önce ayaklarınıza batacaklar, sonra canınızı yakacaklar. Sizi üzemem bayım; bu kaldırımlar size masal anlatacaklar... En iyisi kaldırın atın beni yüreğinizden nasıl başladıysa öyle bitsin bu sevda... Bir devrimin son sahnesi gibi kapatalım perdelerimizi ; bütün dünya bizi konuşsun! Ama biz ölmüş olalım... Bukadarı fazla çünkü. Kendime bile söyleyemezken cümle alemin Sizi Sevdiğimi bilmesini istemem... Çarpık yaşayışımın içinde bilmediğiniz bir utangaçlık var... Siz saçlarımı okşayıp yüzüme bakmadığınız için anlayamazsınız... Anlamanızı da beklemiyorum zaten. Sadece ...

Öyle işte bayım...
Benim veda vaktim geldi de çattı çoktan. Şimdi ben sessizce gideceğim; Siz gürültü yapa yapa beni izleyeceksiniz...
Ama ben kör sağır olacağım, yani sizi hiç mi hiç işitemeyeceğim...

20 Mayıs 2011

Ölümümü Biliyorum...

Hala soğuk ellerim...
Hala alabildiğine titrek...
Hala sancılı gecen kış, gelen bahar, biten aşk...

Hani bir uzatsan ellerini, hani bir dokunsan ta şurama nasıl yandığımı anlardın. Kaç gece sana uyanıp en tatlı yerinden uykuların, nasıl hıçkırıklara boguldugumu, nasıl kin kustuğumu gecen saatlere, sensizliğe, sevgisizliğe! Nasıl kin kustuğumu anlardin yoklugunla devsiren bedenime...
"Oysa ki sen, dudaklarımın yere doğru düşüşünü fark eden ilk adamdın..."

Hic sevişmedik biz seninle. Senle ben hic olamadık. Oturup saatlerce hic konuşamadık örnegin. Delice kahkahalar hic mı hic atamadık. "Bir İstiklal cogunluguyduk nitekim." Bir türlü boşalanlari dolduramadık. Kimi aradık bunca zaman? Kimi aradık da böylesi, bulamadık? Kime actık yüreğimizi biz birbirimizden habersiz? Kimlere yandık...
Çoğaldım Sevgili'm yokluğunda. Daha da çoğaldı sancılarım, acılarım, acı sandıklarım. Ne çok şey varmış meger kendimi avuttugum. Avuttugum bunca zaman ne çok şey varmış...
Bir de sen varmışsın içimde bir yerler de, üstünü örttüğüm...
Bugün anladım...
Aylar olmuş gitmeyeli İstiklal'e...
Aylar olmuş çekmeyeli icime dolaştığın yerleri. Ne çok ozlemisim meğer. Ne çok ozlemisim gözlerinin baktığı yerleri görmeyi. Adım attığın kaldırımlardan geçmeyi, sevmeyi sokak kedilerini, iki kadeh rakıdan sonra dünyayla sevismeyi...
Ne çok olmuş Sevgili'm meğer, ne çok olmuş ben seni özleyeli...

Bugün aylardan hala kara kış...
Bugün aylardan sensiz bir bahar...
Bugün aylardan hala soğuk ellerim...
Bugün aylardan sen Sevgili'm...

Kim bilir şimdi hangi kadehin dibini görüyor dudakların? Kim bilir kaç kadının izi var avuç içlerinde? Kim bilir kaç umut eskittin o hüzünlü gözlerinde?
Kim bilir...
Kim, bilir Sevgili'm...
Kim bilir...

19 Mayıs 2011

Aşkın İhlal Hali...

Sana var mısın diye sorabileceğim bir oyun değil bu. Alacalı, bulacalı renklerle bezediğim bir dünya hiç değil! Gelmek istediğin yollar, yüreğine serilmiş umutlarla da dolu değil. Hiç değil! Hiç kimse değil!
Tanıdığın suretlerle kandıramam seni...
Olmak istemediğim biri olamam örneğin. Örneğin saçlarımı kızıla boyayamam. Sevemem sırf sen istiyorsun diye zakkumları. Boşveremem, yüzümü çeviremem geçmişime! Bir bok olmasada. Saçma sapan aşk oyunları, aşk sandıklarımız, yandıklarımız...
Ama hiç birine veda edemem...
Dönüp sırtımı gidemem sırf sen istiyorsun diye. İstiyorsun diye sen olamam. Senin olamam. Seninle olamam. Kandırmayalım hadi birbirimizi. Adım attığımız kaldırımlar bu denli farklıyken ve farklıyken atılan adımlar, hiç bir ortak noktası yok bu tutkunun! Elimiz yanar, dilimiz yanar, içimiz yanar...
Hadi kandırmayalım birbirimizi!
Deli gibi yanarken yürek, bu aşkın ihlal hali. Dönüşü yok! Kandırmayalım kimseleri...

...

Tutunamadığım dallarım var benim. Elimi bıraktığım da düşeceğimi bildiğim topraklarım. Adım atmak zorunda olduğum anılarım var; içimi yakan... Yıkıp geçen koskoca bir geçmişim var. Aşklarım var, tek düze, sıradan... Sıradan umutlarım var. Umutlarım var içimi sarıp sarmalayan,
İçimi sarıp sarmalayan tutkularım var...

Bir de sen varsın el bildiğim alemin tam orta yerinde duran!
Ne bana yakın, ne ele uzak...

5 Mayıs 2011

Jeux D'enfants


İzlemekten sıkılmayacağım tek film! 

" Bazı aşkların önüne Tanrı bile geçmez "

Ben en çok kendimi özledim...

Bilemezsiniz nasıl bir keyif aldığımı uyanır uyanmaz içtiğim kahveden. Bilemezsiniz ne hayaller kurarım bir 45'lik dinlerken. Akşam olup, hava kararınca adada, eve dönmek için bindiğim vapurun neden en kıçına oturduğumu bilemezsiniz örneğin. Neden hep martılara simit attığımı, neden sokakta bulduğum her kediyi evime topladığımı, babamla ettiğim kavgalarımı, neden en çok dedemi özlediğimi bilemezsiniz. Geceleri kan ter içinde uyanıp, yatağımı, yorganımı toplayıp neden annemin yanına gittiğimi bilemezsiniz. Üstü açılır diye kardeşimin bir gece ansızın yatağımdan fırlayıp onun üstünü neden örtüğümü, neden en çok odamın önündeki sarı ışıklı sokak lambasını sevdiğimi, balık sevmediğim halde neden en çok rakı balık sofralarını sevdiğimi, sarhoş olmadığım halde iki kadehten sonra attığım kahkaların anlamını, aslında ne çok şeyde anlam aradığımı bilemezsiniz örneğin...
Neden en çok İstiklal Caddesini sevdiğimi, sevdiğim ne çok şeyi orada kaybettiğimi bilemezsiniz. Neden hep aynı kafeye gittiğimi, neden hep bir kahve içerken gözümün daldığını, neden mutsuz olduğumu bilemezsiniz örneğin. Mutlu olduğum zamanları anlayabilirsiniz ama. Ama neden mutluyum bilemezsiniz. Ne çok insan sevdiğimi, yalnız iki kere aşık olduğumu bilemezsiniz örneğin. Nasıl ağladığımı, gözyaşlarımı nasıl sakladığımı bilemezsiniz. Kaç gece oturup yatağın en uç noktasına, kağıda kaleme küstüğümü bilemezsiniz. Onlarda bilmediler zaten. Bilemediler...
Yoo! Hayır! Kimseyi suçlamıyorum. Hiç dillendirmedim çünkü ben aşkımı sevgimi. Çoğu zaman bir sesi sevdim, çoğu zaman tatlı bir gülüşü. Daha fazlasını istemedim ki. Daha fazlasını sırtlayacak gücüm yoktu ki. Yetipte artıyordu bana böylesi mutluluklar, bakışlar, anlamlı anlamsız tavırlar...
Bilemediler...
Onlar hep sırtlayıp bütün sevgilerini öyle geldiler! Korktuğumu göremediler. Göremediler boğulduğumu kavgaların içinde, yorulduğumu göremediler!
Kördüler!
Bilemediler...
Sizde bilemezsiniz örneğin şimdi içimde kopan fırtınaları, yanlış limana sığınma korkusuyla neden denizin tam orta yerinde çapa attığımı, neden sürüklenmekten korkuğumu bilemezsiniz. Ne çok şeyi bilemezsiniz aslında,
Kimsiniz?
Kim değilsiniz?
Kimi neden seveceksiniz?

...

Ben de bilemedim zaten,
O'da bilemedi...

2 Mayıs 2011

Bir aşk ölürken...

"Hiç bir kelime oyunu yapmadan, ip üstünde cambaz gibi koşmadan sadece ayağa kalkıyorum. Altında farklı bir anlam arama, bir daha asla seni seviyor olmayacağım..."

Ne güzel söylemiş yazan. Ne de güzel anlatmış iki satırlık kelimelerle işin özünü. 'İp üstünde koşmadan sadece ayağa kalkıyorum, altında farklı bir anlam arama, bir daha asla seni seviyor olmayacağım' diye. Böyle değil midir sahiden? Bin bir takla atıp, bin bir kelime oyunu yaparken aşk uğruna, bir de bakmışız ki hiç bir anlamı yoktur sevilen için. Ya sonra? Sonra mı ne olur? Sonrasında da hiç bir şey olmaz inanın. Sevmeye niyeti yoksa bir insanın zorla sevdiremezsiniz kendinizi. İnanın hiç bir önemi yoktur dediklerinizin, söylediklerinizin, söylemek istediklerinizin... 

Çünkü O, hayatını doldurmuştur bir kere kendine ait şeylerle. Sizin sevginize ihtiyacı yoktur. Yoktur işte! Siz sevmişsiniz, sevmemişsiniz kimin umurunda? Mevsim bahar olmuş siz buz tutmuşsunuz, susmuşsunuz çoğu zaman, çoğu zaman boğulmuşsunuz suskunluğunuzda, kime ne! Ona ne! Sanane! Banane! Yoktur işte anlamı! Yoktur! Bilirim zordur kabullenmek, zordur yeniden, yeni baştan başlamak. En başa sarmak olanı biteni, gideni geleni, herşeyi, herkesi!
Bilirim zordur kabullenmek bir aşk ölürken; ölümün gerçeğini...

Şimdi ben buz tuttum Sevgili...
Ayazına çarpa çarpa soğukluğunun bir yanım sağır şimdi. Ellerim mühürlü, mühürlü dilim damağım. Kurudu yokluğunda sahiplendiğim umutlar.
Şimdi gündüzler öksüz, geceler yetim...
Şimdi sensizlik sessiz, dili dudağı yok sevgilerin.
Tadı bozulmuş bir yanı saydam anıların.
Hala taze, hala alabildiğine senken İstanbul, kolu kanadı kırılmış martıların!
Hani dönsen diyorum, hani başımı çevirdiğimde karşıma çıksan şu kaldırımdan.
Hani dili olsa da bir konuşsa yokluğunda geçen günler.
Hani bir bir anlatsa sana sensizliği...
Sessizliği...
Kimsesizliği...
Hani bir anlatabilsem başı boş deliliğimi! Çok değildi hani, çok değildi istediğim el sürmeye korktuğum gözlerinden, bin bir bahara salan sözlerinden, içine sakladığın kalbine gömdüğün gerçeklerinden, senden, benden... Çok değildi inan istediğim bizden!
Korkmuş muyduk sahi? Yenilmiş miydik kendimize? Ne zaman biz olmaktan çıkmıştı bu duygu?
Ne zaman kaybetmiştik birbirimizi...

Şimdi sen, bensiz yaşarken yeni günlerini; dünlerin emaneti var bize Sevgili!
Sen, sen olmayı unutma sakın!
Ben olabilmeyi çoktan unutmuşsun besbelli...


Bende 36 beden bir kadın olabilirdim, eğer 42 beden aklım olmasaydı...

Beden dilinin akıl ve ahlaktan daha fazla prim yaptığı bir ülkede, 42 beden koca götünle top koşturamazsın akıllı kadın. Zira aklın var mı, yok mu diye kimseler merak etmeyecektir. İnce bir belin, düzgün bacakların ve bir de üstüne beden dilin varsa senden iyisi yoktur. Beden dilinden kastımı tüm akıllı kadınlar anlamıştır zaten. Yine de açıklama yapma zorunluluğu hissediyorum kendimde:
1- Adamı baştan çıkarma
2- Baştan çıkardığın adamı yoldan çıkarma
3- Yoldan çıkardığın adamı tekrar yola sokma

Zira bu ücüncüsünü başarabilmek için diğer ikisini başarmış olman yetmeyecektir. İşte bu konuda 42 beden koca aklın devreye girecektir. Tabii ki varsa. E hadi ücüncüsünü de başardın diyelim? Sonra ne olacak? Sende çocuk doğurup çatlaklarla uğraşmayacak mısın be kadın! Senin de bacaklarını selülitler sarmayacak mı? Sende yemek yapmayacak mısın? Kime bu havan? Kime bu çakan! Kimi kandırıyor doksan, atmış, doksan tadında bir kadın olman? 
Yoo! Hayır! Kıskançlık belirtileri sarmasın aklınızı. Benim derdim herşeyi ama herşeyi ince belleriyle halledebileceğini sanan kadınlarla. Sene olmuş 2o11 ve uzay çağını yaşarken, bende bilirim estetik aletleri altına yatıp belimi inceltmesini de, sonra ne olacak? Ben ki aklıyla övünen kadın! Böylesi bir aptallık yaptığımı nasıl kabulleneceğim? Hani akıl herşeyden üstündü? Hani sadece aklıma aşık olabilecek bir adam elbet karşıma çıkacaktı? Hani kaşımın gözümün hiç bir anlamı olmadan, beni sadece ben olduğum için sevebilecek bir adam elbet ama elbet olacaktı. Ne giymişim, ne yapmışım, neden bugün kaşlarımı almamışım! Bunların hiç birini kendine dert etmeyen bir adam olacaktı elbet...
Ama bu demek değildir ki saldım çayıra mevlam kayıra tadında yaşa, götü, göbeği büyüt sonra hanimiş benim aklım, hanimiş benim aklım de! Yok canım o kadar da değil. O kadar da abartmaya gerek yok bu akıl işini. Sadece unutmadan yaşamalı hayatı. Devede de boy var ama eşeğin arkasından gidiyor misali. Hah işte bunun bilincindeyseniz okuduklarınızı unutun! Yok değilseniz sabahları kahvaltıdan sonra, akşamları yemekten önce tekrar tekrar, düzenli olarak okuyunuz. 
Zira hepimizin gideceği yer aynı, göreceği selam sabah farklı...
Çok, çok öperim