20 Şubat 2011

Dudakları dudaklarımdan düş'en adam...

Bir adam var düş'üm de...
Dudakları dudaklarıma düş'en, dudakları dudaklarımdan düş'en...
Çok değil...
Zamanın bir kaç adım ötesinde, dudakların dudak izlerim de, terin avuç içlerimdeyken; ben unutuyorum. Ve atıyorum zamanı kaybı olmayan anlara, anılara, anısı kalanlara. Çekip gidiyorum kilometresi bizi boğacak umutlara. Umudu kalmamış topraklara...
Ekimi zor, sürülmesi güç...
Umudu yok, yarını hiç...
Sevdası zor, sevdası hiç!
Hiç edilmiş umutlarımdan yola çıkıyorum. Aynı duraklar, farkı tren garları, aynı olmadığını iddia eden istasyon anıları...
Bir veda sahnesi...
Bir ayrılık hikayesi...
Kandırılmış insanlar, kandırılmaya yüz tutmuş kadınlar...
Adamlar...
Adam olmaya çalışırken, insan olmayı unutanlar...
Bir ana, bir baba, iki evlat...
Bir aşık, bir sevda, bin umut...
Ne varsa ardımda bırakıp atım atıyorum ilk basamaktan son basamağa. Düş'ürüyor beni bu kaygan yollar. Bu yalancı umutlar. Bu hiçten hiçe, hiç olmalar...
Kandırıyor beni yollar. Mimoza çiçekleri. Ve saydam görünüşlü somut insanlar.
Kandırıyor beni an'ılar...
Şimdi bahardan kalma kış olmaya yüz tutmuş umutlarımla, son bir kez açarken toprağın altından sana; sen, ben olmayı unuttun çoktan!
Kızamam. Kırılamam sana...
Dönüp bakamam da ardıma...
Son adımı atmışken son basamağa; İstanbul buradan öyle hoş, öyle mayhoş ki, garipsenecek bir şey yok bunda.
Ben yine aynı ben.
Sen yine aynı sen.
İstanbul yine 'ayrı' İstanbul...

"5.37"

Bir daha asla toparlanamayacağımı sanmıştım..
'Seni unutmaya karar verdiğimde ki "5.37" şiddetinde ki gidişin hala iliklerimi kemiriyor..'
Nitekim bir İstiklal çoğunluyduk seninle..
Arka sokaklarında seni arayan gözlerim, bir damla dumanda kayboluyor işte..
Derince çekiyorum içime.. Alabildiğine sen! Alabildiğine nefret doluyorum yine..

Bir ses duyuyorum uzaktan..
Yine aynı şarkı..
Yine aynı sahne..

"Oysa ki tohumu ekilmemiş bir sevdanın son dizesi olmalıydık seninle
ve darmadağın Bağdat! Anne karnında bin "cen" belkide!.."

Sana sesleniyorum Arwen! Aragorn'a iyi bak..
Onu öp benim yerime!
Saçlarını okşa, tenini tırmala!
Geçir en derinine dudak izlerini!
Emin ol yakmayacak canını bilmem kaç şiddetinde ki bu sevişin!

"Oysa ki dillenmemiş duaların De-Ne-A testleriyken seninle
oysa ki sadece sana açmışken hücresi bozuk kuramlarımı
bir daha asla toplanamayacak olmanın üzüntüsünü yaşıyor damarlarım.."

Son birkez çekmek istiyor içine seni bu şehir..
Kapkara..
Darmaduman..
Alabildiğine kirli.. Alabildiğine özensiz..

Bir şarkı söyle bana yüzünü dudaklarımda taşıdığım adam..
Sadece benim için..

"oysa ki seni unutmaya karar verdiğimde ki bilmem kaç şiddetinde ki gidişin.."

Boşver!

Sen en iyisi
Bir dilek tut benim için!
Ve bir gece apansız bir yıldız kaydığında kalk gökyüzüne bak..
Elini uzat geceye..
Benim dileğim..

Benim dileğim mi ne?..

"Bir yudum sen sadece..."

18 Şubat 2011

Ben senin hangi şarkı olduğunu unut........

Radyoyu açıyorum...
Bir dilek tutuyorum içimden. İçimden yıldızlar kayıyor. Düşüyor sağa, sola.
Topluyorum ardından kalanları.
Vazgeçiyorum...
Sonra bir sigara yakıyorum. Üşüyorum. İçim titriyor ayazında, usul usul ayazından geçiyorum.
Karşılaşıyoruz seninle aynı cadde de, senin sırtık dönük. Tanıyorum taktığın atkıdan. Tanıyorum kokundan. Kokundan geçiyorum. Bir ara dönüp arkama, sen uzaklaştıkça; uzlaşıyorum.
Karışıyorum onca insan arasına.
Aklım hep aynı cadde de...
Bedenimin ağırlaştığını hissediyorum.
Hayat ağırlaşıyor...
Nefes almak, kokunu duymak, adım atmak, orada öylece çakılı kalmak!
Her şey birbirinine karışıyor, sen uzaklaşıyorsun, karışıyorsun onca insan arasına, arasından geçiyorsun düşlerimin, içimde ağırlaşıyorsun...
Bir ara dönüp ardına bakıyorsun.
Öyle...
Bomboş...
Görmüyorsun. Görmek için bakmadığındandır diyorum, birilerine gülümsüyorsun.
İşte o an nefret ediyorum senden!
Sen uzaklaşıyorsun...

15 Şubat 2011

Mucize...

18 Nisan 2o1o...

Tamı tamına 'üç yüz üç' gün geçmiş üzerinden.
Üç yüz üç sensiz gün.
Üç yüz üç ölüm.
Üç yüz üç intihar sahnesi.

Bir zamanlar yılbaşıyla gelen mucizelere inanan bir adam vardı. Şimdiler de inkara sebep, ozamanlardan kalan bir de kalbim. Bir zamanlar ellerim vardı. Ellerine hasret. Bir zamanlar umutlarım vardı...
Nitekim bir İstiklal çoğunluyduk onunla...
Görmeyen gözleri, hissetmeyen bir de kalbi vardı; kime attığı mechul, bana atmadığı kesin.
Bir zamanlar, o zamanlar da kalan bir kız vardı...
Aklı, başından aşmış. Aşmış yükü omuzlarından.
Kaç kere döndü o sokağın başından. Kaç kere seni aradı gözleri bunca insan arasında. Kaç kere sen diye sarıldı umutlarına. Kaç kere öldü. Kaç kere sana dirildi.
Kaç kere 'Sevdi' seni, sen bilmeden.
Görmeden sen.
Hissetmeden.

Kaç kere diledi seni o zamanlar...
O zamanlar...
Bir zamanlar...

Şimdiler de umut yok. Hayal yok. Seni umut etmek yok şimdiler de. Şimdiler de aşk yok. Acı yok. Hasret yok şimdiler de.
Sığınacak hiçbir şey yok.
Kaçıp saklanabileceğim hiçbir yer, hiçbir kaldırım, hiçbir sokak yok. Hepsini kapatmış yüreğin. Hepsine el koymuş düşlerin. Hepsini alıp götürmüş giderken,
Hepsini orada, ortada bırakmış gözlerin...

Ahh gözlerin!

11 Şubat 2011

Burada...

Boğuluyorum Sevgili'm...
Evler büyüyor burada, yollar büyüyor...
Bombalar yağıyor yüreğimin şah damarına
Ana, avrat, bacı kimse ayırmıyor!

Kimse gerçekten sevmiyor burada Sevgili'm...
Aşk, acı, hüzün yok
Umut yok sevda ekilmiş topraklar da!
Sulayan, eken, biçen yok!

Kimse masallar anlatmıyor burada Sevgili'm...
Uyumamı kimse beklemiyor
Kimse dokunmuyor saçlarıma senin gibi
Kimse ama kimse anlamıyor!

Burada ki yollar çıkmaz Sevgili'm...
Her köşe başı isyan kopuyor!
İçki şişelerin de boğuluyor burada insanlar
İnsanlar burada günahkar ölüyor!

Masumiyet yok burada Sevgili'm...
Gözümün daldığı her yere yağmurlar yağıyor
Bir damla acı da boğulurken ben
Bu düzen acıma acı katıyor!

Olmuyor işte görüyorsun Sevgili'm!
Nefes yok burada, aş, hava yok!
Su, aşk yok burada Sevgili'm
Huzur, masumiyet yok!
Burada bana ait bir şey yok yani Sevgili'm

Bırak biz ölelim kimsenin, hatta yağmurun, ayın, güneşin uğramadığı topraklar da;
Burada bizi ekecek ne bir el, ne de tohum yok!..

9 Şubat 2011

Şöhret

Ben senin ne yaptığını bilemem. Nerede, kimle seviştiğini de. Ben senin etrafındakilerle başa çıkamam. Çıkmam da...
Ben seninle savaşamam.
Hem savaşmam da...
Başından belli olan bir malubiyeti kabul edemem. Boyumu aşar. Yaşımı aşar. Başımı aşar. Kalbimi aşar.
Yetişemem. Yetişmem de. Uzanmaya çalışırım ama. Sana elimi uzatırım. Sana tenimi uzatırım. Sana kalbimi uzatırım. Uzun, uzun yazarım sana. Bir otobüs garında, bir çay ocağın da, bir balıkçı lokantasın da... İki duble rakı alırım, yazarım. Bir şişe şarap açarım, yazarım. Bazen yazmak için bahane aramama gerek kalmaz 'öyle işte' der gibi yazarım.
Çoğunluk sevdalardan, tek düze aşklara inerim.
Boyumu aşar bu iğrençlik.
İğrenirim.

Susarım...

...

Bugün günlerden 'Senin haberin yok'. 
Bugün günlerden 'Biz ayrıldık'.
Bugün günlerden 'Siz'.
Bugün günlerden 'Hiç'.

Dün hiç olmadı sevgili(m). Senin dünyadan haberin yok!

Şimdi olmak istediğin yerde, olamayacağın bir hayatı yaşarken; bugün günlerden 'Kimse'siz'...

8 Şubat 2011

Ütopya

Kıyısından döndü hayat.
Yazı yazmayı unutan ellerimden, ençok seni haykıran dillerimden..
Adım attığın o kaldırımdan döndü hayat.

' ÖNCE SAĞA, SONRA SANA BAKTI..'

İnceldiği yerden koptu hayat.
Şimdi içinde biz olmaya özenen arsızlıklarıyla, diline hükmedemeyen üç kuruşluk aklıyla, ütopyasını çözen bir savaş alanıyla; er meydanından döndü hayat...

Hoşça'kal Sevgilim...

Birkaç zaman öncesiydi... Zamanın birkaç adım ötesinde, ellerin ellerimde, dudakların avuç içlerimdeyken; ben unutuyorum...
Hoşçakal Sevgilim...
Hoşçakal teninde terimin kaldığı adam...
Hoşçakal Sevdiğim...
Hoşça... Kal...

Böyle başlıyordu bir veda sahnesi damarlarımızda. Utanarak ve umurak yüzümüz kızarmadan hayattan mutlu olmayı, son kez bile el sallamadan birbirimize vedalaşıyoruz...
Ve böyle kapanıyordu perdeler iliklerimizde, son bir şarap, son yudum, son umut, son istek, son arzu ne varsa birbirine karışıp ayrılıyoruz düşlerimizden! Yüzyüze geldiğimiz birkaç anıdan ibaretti oysa herşey...
Yaşanılası birkaç dakika, umulmadık bir duygu... Hasret...
Ne ara sinmişti üzerime kokun hatırlamıyorum... Ne ara bölüşmüştük içimizdeki kimlikleri, ne ara sen ben olmuştun, ne ara ben sen?
Ne ara kaybetmiştik birbirimizi?
Ve ne ara bulmuştuk...

Zamanın birbirine karıştığı anlardan birindeyim bu gece... İlk defa içki içen biri gibi tek bir yudumda karışıyorum hayallere... Kendini kaybedip, bulmak istemeyen biri kadar aciz, aslında bunu bile beceremeyen biri kadar güçlü... Karışırken kokun odama, karışırken adın, sıfatın suratıma ve karışırken yokluğun varlığınla kesişen anılara, aslında hatırlanacak hiçbir şey yaşamadığımızı anlıyorum.
Birkaç anı dışında...
Anlatılası tek şey yüzümüzün güldüğü birkaç saniyeydi işte...
Birkaç mutlu olduğumuz an...
Gerisi yoktu zaten...
Gerisi anlamsız...
Gerisi saçma sapan!
Gerisi önemsiz...

Gerisi... Sen... Ve... Ben...